Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?
1966 İstanbul doğumluyum. 1987 Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği’nden mezun oldum. 21 yıldır da tekstil sektöründe iş hayatındayım. Türkiye’de tekstil sektöründe özellikle 1983-1987 yılları arasında rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal Bey’in hükümeti döneminden sonra ihracat patlaması oldu. O dönemde de tekstil, Türkiye’de ihracatla yeni tanışan ve geleceği olan bir sektördü. Üniversiteden mezun olduğumuz o yıllarda hocalarımız, önümüze geleceğin iş sektörü diye tekstili koymuşlardı. 1980’li yıllar öncesinde Türkiye’de tekstil çoğunlukla alaylı ustaların ya da tekstil mühendislerini bünyesinde barındırılan bir sektördü. Oysa ki tekstil sektöründe konfeksiyon, iplik, örme ve dokumanın yanında üretiminde önemli bir yer işgal eden boyama ve terbiye kısmı da var. Yani iplikten konfeksiyon aşamasına gelen kumaşın boya ve finiş işleminin yapıldığı önemli bir kısmı var ki, bu da işin tekstil kimyasıdır. Dolayısı ile sektörde kimya mühendislerine de oldukça iş düşüyor. 1990 ile 2000 yılları arasında tekstil sektörü iyi para kazandıran ve hızla sanayileşen bir sektördü ve birçok eski kuruluşlar, bu yıllarda hızlı adımlar atıp bugünkü tesislerin temellerini atmışlardır. 2000 ve 2010 yılları ise sektörde tamamen krizlerle mücadele ve ayakta kalma yıllarıdır. Ya da yeni stratejilerin belirlenmesi gereken yıllardır. 2010 ve sonrasını konuşacak olursak; bizi neler bekliyor, devlet olarak ve firmalar bireysel olarak neler yapmamız gerekir. Bunları konuşmak gerekiyor.
MODA ÜLKELERİ ARTIK KREASYONLARINI TÜRKİYE'DEN ALIYOR
Türkiye’deki tekstil sektörünün gidişatı hakkında neler söylemek istersiniz?
Tekstil sektörünü sadece Türkiye pazarı olarak düşünürsek çok dar kapsamda olaya bakmış oluruz. Oysaki tekstil iç pazardan daha çok dış pazara ihracat yapılan lokomotif bir sektördür. 2000 yılından sonrasına bakarsak sektör, daha bakir ve para kazanılacak bir sektördü. Fakat 2000 yılından sonraki periyotta ilk olarak karşımıza Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne katılması çıkıyor. Bu bizim açımızdan birinci sinyaldi. O dönemde hiçbirimiz durumun farkında değildik. Ta ki 2005 yılına kadar. 2005 yılında kotaların kaldırılması ikinci uyarıydı. Burada ihracat yapan firmaların rekabete hazır olup olmadığı söz konusuydu. Kotaların kaldırılması, Çin’in dünyada özellikle de tekstilde çok hızlı yayılması demekti. Tüm sektörlerde olduğu gibi tekstil sektöründe de Türkiye’nin rakiplerine karşı ortak bir stratejisi yoktu. Türkiye’nin o dönemde, özellikle yüzde 80 civarında Avrupa Birliği ve ABD’ye ihracat yaptığını düşünürsek, karşımıza birden Çin gibi dünyanın en büyük üretim gücüne sahip bir ülkesi çıkınca bu durum ciddi anlamda sektörü de etkiledi. Kotaların Amerika tarafından doldurulması, Çin’in Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’ne ihracatı arttırması ile birlikte Türkiye’nin bu sektörde gittikçe işinin zorlaştığı görüldü. Dolayısı ile 2005’ten sonra sektör gittikçe daha butik tarzı üretim yapan markalara yönelmeye başladı. Çin’e karşı en büyük avantajımız hızlı olmamız ve lojistik olarak Avrupa’ya yakın olmamızdı. Bunun dışında da açıkçası yapabileceğimiz bir şey yoktu. Türkiye 2005‘ten beri bu gücünü kullanarak hızlılıkla, repetesi gelen moda ve teknolojik ürünleri ile Çin’le rekabet ediyor. Bugün ise olaya sadece Çin olarak bakmamamız lazım. Artık karşımızda Çin’in yanında Pakistan, Malezya, Bangladeş gibi birçok uzakdoğu ülkeleri var. Bu ülkelerle fiyat olarak ya da işçilik olarak rekabet etme şansımız yok. Ancak stratejik ve lojistik olarak Avrupa’daki markalara daha seri ve daha butik, fashion ürünler yaparak ihracatımızı yerine getirmeye çalıştık. 2005-2009 yılındaki ihracata baktığımız zaman aslında kötü değil. 2005’e kadar ihracat düşüktü ve daha küçük işler yapıyorduk. Oysaki 2005’ten sonraki ihracat rakamları oldukça yüksek oldu. Şu anda 25 milyar doları devirmiş bir sektörden bahsediyoruz. Son birkaç yılda özellikle de İtalya, İspanya gibi modayı dünyaya sunan firmalar artık kreasyonlarını Türkiye’den hazır alır hale geldiler. Bu da Türkiye için önemli bir gelişmedir.
YURTİÇİNDEKİ VE YURTDIŞINDAKİ FİRMALARA KUMAŞ ÜRETİYORUZ
Has Örme olarak tekstil sektörünün pazarında hangi konumdasınız?
Has Örme, 2008’e kadar bu açılımda, sektördeki hazır giyim ve konfeksiyon firmalarına boyama, terbiye ve finiş ( bitim, apre ) işlemlerini yapan bir boyahane konumdaydı. Kumaş dediğimiz zaman tarladaki pamuktan başlayarak, iplik haline dönüştürülen ve dokunan veya örülen kumaşlara boyama, terbiye ve bitim işlemleri yapıldıktan sonra konfeksiyoncunun ve hazır giyimin önüne konulan uzun bir proses. Yani biz boyahaneler sektörde, Buz Dağı’nın görülmeyen tarafındaydık diyebiliriz. 2008’den sonra dünyadaki hızlı gelişim, rekabet şartlarının artması ve kar marjlarının düşmesi bizi boyahane olarak biraz daha entegre olmaya yöneltti. Son 2 yıldır boya ve terbiyenin yanında yurtiçi ve yurtdışındaki konfeksiyon firmalarına kumaş üretmeye de başladık. Has Örme, Armani, Prada, Zegna, Esprit, H&M, Next, Marks&Spencer, Zara, Gerry Weber gibi dünyadaki birçok saygın markalara ihracat yapan konfeksiyoncular üzerinden ya da doğrudan hazır kumaş olarak yurtdışına sevkiyat yapmaktadır.
ENERJİ KONUSUNDA AVANTAJLARIMIZ OLMALI
Devletten beklentileriniz nelerdir?
Genel olarak Türkiye’de bir iş yaparken önce ateş edip sonra nişan alıyoruz. Yani ülkemizin en büyük sıkıntısı plansızlıktır. Bunu eğitimde, sağlıkta, iş kollarında da yaşıyoruz. Biz maalesef çok uzun vadeli düşünen bir ülke değiliz. Ülkemizde bürokrasi de maalesef çok ağır ve sanayiden kopuk. Bürokrasi ile devleti yöneten hükümetler arasında da zaman zaman sıkıntılar olabiliyor. En basiti bugün devlet ya da vakıf üniversitelerinin sayısının oldukça yüksek miktarda olmasıdır. Yüzbinlerce mezun olacak öğrencilere yeni iş imkânları yaratmak lazım. Tekstile baktığımız zaman bugüne kadar görünen ‘ucuz ve eğitimsiz iş kolu’ diye görülür. 1960’lardan itibaren batıdan doğuya doğru yani ucuz iş kolunun olduğu bölgelere kaymış bir sektör. Türkiye’de ‘bu ucuz iş koluna ihtiyacımız yok’ ya da başka bir boyutla bakıldığında ‘çevreyi mahveden ve öldüren’ bir sektör gibi görülüyor. Tekstil sektörü her ne kadar fazla kayıt dışı elemanı olan bir sektör olarak düşünülse de en çok istihdam yaratan bir sektördür. Günümüz tekstil sektöründeki modern işletmelerde; özellikle iplik, örme, boya, terbiye ve emprime konularında yüksek eğitim almış, konusunda uzman ve ancak verimliliği ile rakiplerine fark atabilecek insan gücüne eskisinden daha da çok muhtaç. 2008 krizi bize şunu da gösterdi ki, dünyada global kriz var. Türkiye’de her sektörde olduğu gibi tekstil de etkilendi. Fakat bu sektörün ayakta kalabilmesi için birçok parametre var. Sadece devletin desteklemesi yeterli değil. Çünkü genel anlamda dünyada değişen kriterler var. Bugün Türkiye’nin ihracatını yaptığı ülkelerin yüzde 80’i Avrupa ülkeleridir. Bu ülkeler de çok zor durumdadır. Türkiye’nin en büyük şansı genç bir nüfusu, ciddi iş gücü potansiyelinin olmasıdır. Buna rağmen dezavantajlarımız da var. Tekstil için konuşacak olursak bir takım girdi maliyetlerimiz var. Bunların başında enerji diyebiliriz. Yani elektrik ve doğalgaz yüzde 25’lerdedir. Tabii boya ve terbiye kısmından bahsediyorum. 2008 de doğalgaz fiyatlarında yüzde 80’lere varan artış söz konusu oldu. Gerçi bunun yüzde 20 si 2009 başında geriye çekildi ama bu yeterli değil. Bizim üretim yapabilmemiz, hele ki Uzakdoğu ile rekabet edebilmemiz için enerji avantajımızın olması gerekir. Uzakdoğu’dan vazgeçtim, burnunuzun dibinde Türkmenistan, Mısır gibi komşu ülkelerde bile ciddi anlamda bir enerji avantajı var. Türkiye maalesef enerjisi en pahalı ülke durumundadır. Dolayısıyla üretimi desteklemek için devletin yapması gereken enerji de ki sanayinin önündeki engeli kaldırmak olmalıdır. Bir şekilde hem üretiminizi arttırmanız gerek, üretimi artırmanız için parametreniz belli, enerji maliyetini düşürmeniz gerekiyor. Türkiye’nin doğalgaz ve petrol gibi dışa bağlı olmadan topraklarında elde edebileceği bir enerji kaynağı yok. Ama elektrik için aynı şeyi söylemek doğru değil. Ülkemizin rüzgâr ve su kaynaklarından yararlanma gibi bir mecburiyeti var. Enerji Bakanlığı’nın sebebini hala anlayamadığımız yatırımcıların önünü açmada bir tutukluğu var. Temiz enerji dediğimiz rüzgâr enerjisi yatırımı için son 2 yıldır lisans bekleniliyor. Yatırım yapacak çok girişimci var. Bizim de ortağı olduğumuz enerji yatırım şirketimiz rüzgâr enerjisi için lisans bekliyor. Elektriği ülke olarak doğalgazdan üretiyoruz, doğalgazı ise dışarıdan döviz ile oldukça pahalı satın alıyoruz. Böyle bir kısır döngü var. Bizim rakiplerimiz gibi petrol çıkartma avantajımız yok. Doğalgaz kaynağına da sahip değiliz. Dolayısıyla enerjimiz pahalı olduğu sürece rekabet etme şansımız çok zordur. İkinci önemli pay da işçiliktir. Yine rekabet yaptığınız ülkelerle kıyasladığınız zaman standartlarımıza baktığınızda rakiplerimizle rekabet etmemiz mümkün olmayan seviyelerdedir. Asgari ücret belli, bunun vergilendirilmiş kısmıyla yani işverene düşen brüt rakamı da ciddi bir maliyettir. Çalışanların gözüyle bakıldığında onlar da durumlarından memnun olmamaktadırlar. Neticede Türkiye’de yaşamın getirdiği öyle ya da böyle bir pahalılık var. İşçilik Çin’de 100 dolar seviyesinde iken Türkiye’de brüt 1000 doları bulmuş vaziyette. Burada da işçilik olarak rekabet etme şansımız zayıf kalıyor. Diğer bir sorun ise pamuk üretimindeki yetersizliktir. Pamuk, sektörün en önemli girdilerinden birisi olup, son 5 yıldır tarım sektöründe geri plana atılmış olan bir üründür. Çiftçiler tarafından yeterli para etmediği ya da özendirilmediği için son 5 yıldır pamuk üretimi oldukça düştü. Temel ham madde olan pamuğun yurtdışından ithal edilmesi gündeme geldi. Bu ülke kendi pamuğunu üretebilme tarım potansiyeline sahiptir. Hükümetin yapması gereken en önemli konu pamuğun özendirilmesini sağlamaktır. Döviz kurunun düşük ve TL’nin hala değerli olması ise ihracatın önünde ayrı bir engel olarak görülmektedir. Bir tarafta girdi maliyeti pamuktan dolayı artarken, geliriniz de ihracat yaptığınıza göre döviz bazındadır. Yüzde 80 Avrupa Birliği ülkelerine ihracat yaptığınıza göre kurun yükselmesi gerekiyor. Merkez Bankası her ne kadar bağımsız olsa da hükümetin bu konu ile ilgili bir strateji belirlemesi gerekiyor. Merkez Bankası’nın ihracatçılarla da karşı karşıya kaldığı bu noktada, Merkez Bankası’na göre düşük kura karşı ihracat yapabilmeniz için elimizdeki kalan tek silah verimlilik. Yani daha az elemanla daha çok iş yapmanız gerekiyor. Oysaki ülkemizin dış dünyaya göre rekabet etme şartları çok daha ağır. Türkiye’nin kendi içinde de Çin’liler var. Mesela Maraş bölgesi ile Çorlu, Çerkezköy bölgesinin rekabet etmesi de çok zor. Keza bölgenin de kendi içerisinde sıkıntıları var. Haksız rekabete giren kısmıyla sektörde her şeyi ile resmi 3 vardiya çalışan firmaların yanında, 12’şer saat yani aşırı mesai ile çalışılan bir sektör var. Bu da firmalar arası rekabeti engelleyen ciddi bir faktördür. Sektör temsilcisi olarak bunu sendika temsilcileri ve sivil toplum örgütleriyle de çok sık konuşuyoruz, fikirler üretiyoruz. Bu aynı zamanda özellikle işsizliği çözmek açısından önemli bir faktördür. 8 saat yani 225 saat kanunu çalışma saatlerinin dışında 12’şer saat uygulaması yapan yerlerde dışarıda işsiz gezen 2 kişinin yerine 1 kişi alınmış oluyor. Bu hükümetin düşünmesi gereken bir olaydır. Devletin işverenden aldığı SSK vergi yükünün de düşürülmesi gerekir. Vergiyi azalttığınız zaman ve herkesten aldığınızda daha çok toplarsınız. Sektörün büyük bir çoğunluğunda gizli işsizlik var. İki kişinin yapacağı işi bir kişiye yaptırıyorsunuz.
KUMAŞ ŞATIŞ İHRACATIMIZI ARTTIRACAĞIZ
Gelecekteki hedefleriniz nelerdir?
Has Örme her şeye rağmen son 10 yılda gerek kapasite gerekse istihdam olarak 2,5 kat büyümüş bir firmadır. Üretim yapmayı bisiklete binmeye benzetiyorum. Zaman zaman mola verebilirsiniz ama pedal çevirmezseniz düşersiniz. Dolayısıyla ülkemiz de ne yapıp edip, üretim yapmak zorundadır. Bugün İtalya, Portekiz, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerin düştükleri durumun altında yatan, üretiminin gittikçe azalmasıdır. Sektörün kendi iç konumunda rekabet edebilecek noktalara yatırımlarını yapmak mecburiyetindedir. Has Örme olarak 2011-2012 yıllarında kumaş satış ihracatını daha da artıracağız. Sektörde konfeksiyon olarak ihraç edilen ürünlerde artık gittikçe azalma başlayacak. Bu nedenle de kumaş üretimimizi arttırmak zorundayız.
HÜKÜMETİMİZ TEKSTİL SEKTÖRÜNÜ GÖZARDI ETMEMELİ
Hükümetimizin Türk işadamlarını yurtdışına taşımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rahmetli Turgut Özal ihracatı ülkeye öğreten başöğretmendir. İlk yapan anlamında bir iz bırakmıştır. Şu anki hükümeti de bu konuda başarısız görmüyoruz. Tam tersi, özellikle Başbakanımız ihracat konusunda son derece hassastır. Sınır komşularımızla vizelerin kaldırılması da tekstil ihracatcıları için ciddi bir avantajdır. Son zamanlarda Rusya, Suriye, İran gibi ülkelere ciddi anlamda satışlar var. Kuzey Avrupa ülkelerinde ciddi satışlar var. Günümüzde ihracatçının devletten rahmetli Özal’ın yaptığı gibi ‘Elimizden tutup alsın bizi götürsün’ gibi beklentisi yok. Dünyanın her ülkesine ihracat yapan bir ülkeyiz. Artık sanayiciye devletin balık pişirmeyi değil balık tutmayı öğretmesi gereken bir süreçteyiz. Başbakanımız daha çok dış politika için gibi geziyor gibi görünüyor ama tekstil sektörü ile ilgili konulara da kayıtsız kalmamalıdır. İç dünyamıza döndüğümüzde bu sektörün basına yansıdığı gibi gözden çıkarılması gereken bir sektör olmaması gerektiğini ve Sayın Başbakanımızın bu konuda doğru bilgilendirilmediğini düşünüyorum. Bu sektör ciddi istihdam yaratan lokomotif bir sektördür. Otomotivde ihracat yaparsınız, tekstili geçer. Fakat istihdama etkisine bakmanız lazım. Bir de yaptığınız ithalattaki ihracat da çok önemli. Oysaki tekstil böyle değil. Tekstilde de tabiî ki enerjiyi, boya ve kimyasalı hatta pamuğu da dışardan ithal etme noktasına gelirseniz bu vahim bir noktadır.
UYARI: YUKARIDAKİ RÖPORTAJ SADECE MEDYA ÇALIŞMASIDIR. ERCİYES GRUP OLARAK BU ŞİRKETLE HİÇBİR TİCARİ BAĞIMIZ YOKTUR.