Müzik, edebiyatın ahengidir
Yurtseven Kardeşler'i 1990'lı yıllarda Şimdi Halay Zamanı, Halayımız Bitmesin, Hop De Bakim, Gitme Turnam Vuracaklar, Dom Dom Kurşunu gibi şarkılarıyla tanıdık. Almanya'da doğup büyüyen müzisyen kardeşlerin oluşturduğu Yurtseven Kardeşler'in adı soyisimlerinden geliyor. Yurtseven Kardeşler'in en küçüğü olan İsmail Yurtseven, nam-ı diğer İsmail YK, 2004 yılından beri tek başına müzik albümleri yapıyor. İsmail YK'yı ise Bas Gaza, BombaBomba.com, Çılgın, Psikopat ve Bu Şarkının Sözleri Yok gibi sıradışı şarkıları ile tanıyoruz. Kliplerindeki ve konserlerindeki sıradışı sahne figürleriyle de geniş kitlelere kendisini sevdiren İsmail YK, Almanya'da doğup büyümesine rağmen Türkiye'de müzik albümü yapmayı tercih etmiş bir sanatçı. Albümlerinde hareketli ve mizah yüklü şarkılar olduğu gibi duygusal şarkılar da bulunuyor. Müzisyen bir ailenin evladı. Birçok müzik enstrümanını çalabiliyor. Hem solist, hem söz yazarı, hem de besteci. Aslen Sivaslı. Türkiye'yi ve Türk insanını çok seviyor. Şarkılarıyla ve danslarıyla çocukların ve gençlerin her daim ilgisini çekmeyi başarıyor. Küçüklüğünden beri müzikle hemhal olan, 13 yıldır da bizzat kendi ismiyle albümler yapan, klipler çeken ve konserler veren İsmail YK'nın geleneklerimize ve göreneklerimize dair düşüncelerini bu röportajımızda öğrenebilirsiniz. Sanat hayatı boyunca magazin gündeminden uzak duran ve en büyük tutkusu olan müziğe ömrünü adayan İsmail YK, hayatını, başarılarını, hedeflerini, kültür, sanat ve edebiyata dair düşüncelerini Mektup Edebiyat Dergisi'ne anlattı.
MEHMET SAFA CANAT - HASAN CANAT / İSTANBUL

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? İsmail YK kimdir?

Adım İsmail Yurtseven. 1978 Almanya doğumluyum. Aslen Sivaslıyız. İsmail YK olarak anılmam soyadımızın baş harflerinden kaynaklanıyor. Yurtseven Kardeşler'in en küçüğüyüm. Biz 5 kardeşiz, 3 ağabeyim ve bir ablam var. Annem ve babam da halen hayattadır. Biz uzun yıllar Yurtseven Kardeşler grubu olarak müzik albümleri yaptık. Ben de müzisyenim ve sanatçıyım. Almanya'da doğup büyüdüm, orada eğitim gördüm. Fakat tabii ki Türkiye'de yapılan şarkılardan, müziklerden, filmlerden ve dizilerden hiç uzak kalmadık. Bire bir o kültürü yaşadık. Hatta özlemle yaşadığımız için kalbimiz hep Türkiye'deydi.

MÜZİKLE DOĞDUM, MÜZİKLE BÜYÜDÜM

Müziğe olan ilginiz ne zaman başladı? Örnek aldığınız sanatçılar var mı?

Müziğe olan ilgim muhtemelen doğduğum günden beri başladı. Çünkü bizim ailemiz ben doğmadan önce müziğe başlamıştı. Babam da müzikle uğraşan bir insandı. Bilim adamlarının da keşfettiklerine göre anne karnındaki bebekler müzik seslerini duyuyormuş ve ritimlerden besleniyormuş. Ben de şahsen müziğe anne karnında iken başladığımı düşünüyorum. Örnek aldığım sanatçılar; Barış Manço, Orhan Gencebay ve İbrahim Tatlıses. Yabancı sanatçılar arasında ise Queen grubundan Freddie Mercury, Santana grubu ve Michael Jackson'ın şarkılarını çok seviyorum ve hala dinliyorum.

GENÇKEN İYİ BİR GÖZLEMCİYDİM

Çocukluğunuzdan bahsedebilir misiniz? Mesela okulda nasıl bir öğrenciydiniz? Yüksek tahsilinizi de müzik üzerine mi yaptınız?

Yüksek tahsilimi müzik üzerine yapmadım. 10. sınıfta iken müzikle ilgili tonmaister olarak staj yapmıştım. Onun dışında sonradan öğrendiğim meslekle hiçbir alakası yok. Fakat yine de zamanım boşa gitmedi. Çünkü erken kalkmayı öğrendim, işe gitmeyi öğrendim, arkadaşlarla dost olmayı öğrendim, saygıyı öğrendim. Okulda öğrenilecek ne varsa şu anda hepsi bilgimde. Hiçbir şey boşa gitmedi, gitmez de zaten. Okuldaki en büyük amaç da öğrenmektir. Mesela okulda dalgın bir öğrenciydim. Tembel değildim, çalışkandım aslında. Kafam dalgındı, gözlerim hep uzaklara dalıp gidiyordu. Ortaokulda iken ağabeylerimin müzik ve albüm çalışmalarına bir katkım olmadı. Meslek okuluna gidiyordum. Liseye gittiğimde ağabeylerimin müzik çalışmalarına da yavaş yavaş katılmaya başladım. Gençlik yıllarımda iyi bir gözlemciydim. Hep etrafımda olanları gözlemliyordum. Kendimi oradan oraya savuran çapkın bir insan değildim. Kendimle çok barışıktım. Mesela biz okuldaki arkadaşlarımızla 10 gün Londra'da kalmıştık. Bizim arkadaşlarımızın gittiği yerler genellikle bayanların olduğu yerlerdi. Bazı arkadaşlarımızın kötü alışkanlıkları da vardı. Gelmeyenlere ve yapmayanlara çocuk muamelesi yapıyorlardı. Ama benim hiç öyle bir derdim yoktu. O konuda ben çok soğukkanlıydım. O halimi hala seviyorum. Kimileri etkilenirdi ve gidip aynısını yapardı. Hatta ergenlik çağındaki çocuklara ailelerinin 'yapma, etme' demesine rağmen kendisini çocuk gibi hissedenler dışarıda farklı maceralara katılmaya çalışıyorlardı. Bense müzik dinliyordum, hayaller kuruyordum. Kendimi filmlerde gibi hissediyordum. Sınıfta da bu yüzden dalgındım belki. Hayaller kurardım, yatmadan önce bile hep düşünürdüm ve hep rüyalar görürdüm.

YABANCI PİYASAYI DÜŞÜNMEDİK, TÜRKİYE'YE YATIRIM YAPTIK

Almanya'da doğup büyümenize rağmen neden Türkiye'de müzik albümü yapmayı tercih ettiniz?

Neden Türkiye? Çünkü bizim yaptığımız şarkıların çoğu Türkçeydi. Dinlediğimiz sanatçılar Orhan Gencebay, Barış Manço ve İbrahim Tatlıses'ti. Bu müzik ruhunu insanlarla paylaşmak istedik. O zamanlar Türkiye'nin nüfusu 70 milyondu. Müzik dinleyicileri 45 milyona yakındı. Yaptığımız müziği 45 milyon insanla paylaşmak ayrı, Almanya'da 100 bin insanla paylaşmak ayrı. Bizim tabii şöyle bir avantajımız vardı. Yabancılara yönelik müzik de yapıyorduk. Almanya'daki festivallere katılıyorduk. O zamanlar 15 yaşındaydım. Fakat o zamanlar böyle çıkıp da kitleye sahip olamıyorduk. Çünkü sosyal paylaşım siteleri yoktu. Mecburen bir albüm yapmak ve televizyon programlarına çıkmak gerekiyordu. O yüzden zamana ihtiyacımız vardı. Menajerlerle ve basın danışmanları ile tanışmamız gerekiyordu. Gücümüzü Alman piyasasına mı, yoksa Türkiye'ye mi yatıralım diye düşündük. Biz karar verdik ve gücümüzü Türkiye'ye yatıralım dedik. Çünkü Türkiye bizim sevdiğimiz ülkemiz, anavatanımız, ana müziğimiz... İçimizden öyle geldi. Bence de çok güzel yaptık. İyi ki de böyle yapmışız. Zaten bugün yurtdışında bile konserler verebiliyoruz. Sosyal paylaşım sayfaları sayesinde yaptığımız müzikleri hep Türkçe olarak paylaşıyoruz. Başarılı olmamızın sebebi bu işi çok sevmemizdir. Önce Yurtseven Kardeşler olarak başladık. Daha sonra İsmail YK olarak devam ettik. Yabancı piyasası benim hiç gözümde yoktu. Direkt olarak Türkiye'de başladık. Hiç de pişman değilim. Hâlbuki bize yurtdışındaki imkânların daha güzel olduğunu söyleyenler oluyordu. Zaten Almanya'da büyük festivallere katılıyorduk. Hatta Alman televizyonlarına da çıkmıştık. Bunu niye kullanmadık? Biz de dedik ki, bu işler kolay değil. İsmail YK olana kadar kaç senem gitti? Ben tercihimi Türkiye'den yana kullandım. Türk halkı duyarlılığını gösterdi. Bundan dolayı da başarılıyız. O yüzden çok mutluyum.

ŞARKILARIMLA İNSANLARIN DUYGULARINA TERCÜMAN OLUYORUM

Gündelik hayatta kullanılan sloganik ve komik kelimeleri ve tekerlemeleri şarkılarınıza taşıdınız. Bestelerinizde mesaj kaygısı taşıyor musunuz? Bu anlamda özel bir amacınız var mıydı?

Güncel hayatta kullanılmaması gereken bazı kelimeleri bile ben şarkılarımda severek söyledim. İnsanların içinde bazen bir öfke oluşuyor. Öfkemizi ve sinirimizi dışarıya atmamız gerekiyor. İnsanlar film izleyerek, müzik dinleyerek veya kitap okuyarak deşarj olabiliyor mesela. O yüzden birtakım duyguları şarkılarımda dile getirdim ki, bu şarkılarda dinleyiciler hem kendilerini görüyor, hem de duygularına ortak oluyorum. Örnek vermem gerekirse Allah Belanı Versin şarkımdan bahsetmek isterim. Normalde insanların yüzde 90'ı bu cümleyi gündelik hayatta kullanıyor. Gerçekten ben özel hayatımda bu cümleyi hiç kullanmadım. Annem de hep diyordu, 'oğlum bela okuma, günahtır' diye. Allah belanı versin demek bana küfür etmek gibi geliyordu. Küfür değildir, bedduadır aslında. Ama bana çok ağır geliyordu. Büyük bir günah işleyecekmişim gibi hayatımda o cümleyi hiç kullanmadım. Kullananlara da tepki gösteriyordum. Zaten ben o cümleyi kullanmadığım için sürekli o cümle beynime yerleşiyordu. Mesela aracınızla saatte 30 km hızla giderken yanınızdan 200 km hızla geçen bir aracı fark edersiniz. Siz de 200 km hızla gidiyorsanız yanınızdan geçen o aracın hızını fark etmezsiniz. Ben sürekli bela okuyan biri olsaydım, Allah belanı versin cümlesini kullanan kişilerin söylediklerini fark etmezdim bile. O şarkıda aşk acısı çeken bir insanın öfkesini yansıtmaya çalışırken o cümleyi kullandım. Facebook şarkısı da öyledir mesela. Çünkü benim o zamanlar Facebook sayfam yoktu. İnsanlar dışarıda sürekli Facebook şarkımdan bahsettiklerinde ben 'ne oluyor yahu?' diyordum. Benim kullanmadığım fakat insanların çok kullandığı kelimeleri şarkılarıma taşıyarak duygularına tercüman olmak istedim. İnsanların içinde yaşadığı ama dışarıya bir türlü yansıtamadığı duygularını şarkılarımda yansıtmaya çalıştım. Mesela hareketli şarkılarımız da çok eğlenceliydi. Şekerim, Tıkla, Üfle... Şekerim şarkımda bir felsefe aramak çok yanlış olur. Ama Şappur Şuppur şarkım eğlenceli bir şarkı olmasının yanı sıra çok felsefe ve hayat dolu bir şarkıydı. Bas Gaza şarkısında araba ile müziği birleştirmeye çalıştım. Argo olarak söylemek gerekirse kız tavlamak... Altınızda sıfır kilometre araba, elinizde tespih, yanınızda manita... Basar mısın gaza? Yani gençlerin ruh halini yansıtıyoruz. Hangi ruh hali ile bu şarkıları yazıyorsun diye soranlar oluyor. Ben de şarkılarımı bir sanatçının ruh hali ile yazıyorum.

ÇOCUKLARIN SEVGİSİNİ KAZANMAK HER ŞEYDEN ÖNEMLİ

Çocuklar ve gençler sizi ve şarkılarınızı çok seviyor. Bunun sebebini açıklayabilir misiniz?

Çocuklarda pek fazla yapmacıklık yok. Çocuklar fazla özenmez, nasıllarsa öyledirler. Çocuklar saftır, tertemizdir, onlarda kibir yoktur, azametlik yoktur. Bende de özenti yok. Özenmek zaten birilerine ayak uydurmaktır. Bende de olmadığı için çocukların anladığını düşünüyorum. Çocuklarda belli bir his var. Çocuklar anlıyor ve anladıkları bilinçaltına yerleşiyor. Ekranda beni gördüğü zaman 'bu benden biri' diyor. Şarkı sözlerimi dinlerken, hareketlerimi seyrederken... Bir çocuk burada gelip oynamaktan utanır mı? Ama biraz büyüdüğü zaman 'yapmayayım, ayıptır' diyor. Yaşı ilerleyen çocukların çekingenliği de artıyor ve yaşına göre uygun hareket etmesi gerektiğini anlıyor. Sahnedeki figürlerimizi çoğu zaman çocukların da ilgisini çekebilecek şekilde düzenledim. Koreografi ekibimiz ile büyükler için de sahne gösterileri yaptık. Benim şarkılarımı dinleyerek büyüyen çocuklar var. Büyüdükten sonra da şarkılarımı dinliyorlar. 'Biz küçükken dinliyorduk, artık büyüdük' diye tepki veren gençler de var. Ben bunu hor görmüyorum. O çocuksu duygularını hala içinde yaşatanlar var. Bunu itiraf edebiliyorlar. Biz de bunun tadını çıkarıyoruz. Çocukların ruhuna dokunabilmek çok önemlidir. Çocukların sevgisini kazanmak müzik ödülleri almaktan daha önemli bence.

RESİM ÇİZERİM, FUTBOL OYNARIM, MASA TENİSİ OYNARIM

Magazin gündeminde sizi pek göremiyoruz. Her sanatçının seyirciler nezdinde bir algısı vardır. Örneğin musiki söyleyen insanların efendi ve kendi halinde insanlar olduğu düşünülür. Pop ve rock söyleyen insanlar çılgın ve deli dolu insanlar olarak algılanıyor. Siz özel hayatınızda nasıl bir insansınız? Özel hayatınıza dair neler söylemek istersiniz?

Bulunduğum ortama bağlı olarak oradaki insanlara ayak uydurmaya çalışıyorum. Ben aslında utangaç biri değilim ama çekingen bir insanım. Bunun da almış olduğum aile terbiyesinden geldiğini düşünüyorum. İlk defa gittiğim bir yerde çekingen davranabiliyorum. Hâlbuki İsmail YK'yı sahnede izleyenler beni oradan oraya zıplayan bir şarkıcı olarak biliyorlar ama ben öyle bir insan değilim. Gittiğim kulüplerde dans pisti boşsa 'hadi gel dans edelim' denildiğinde çekinmem. Piste çıkar, öyle bir dans ederiz ki, kurtlarımızı dökeriz. Bu tamamen yerine bağlı bir durumdur. Yerine göre büyüklerle büyük olabiliyoruz, çocuklarla çocuk olabiliyoruz. Bazen karşımdaki insanlara ayak uyduruyorum, bazen de onlar bana ayak uyduruyor. Mesela Sivas'ta köye gittiğimizde akrabamızın bir çocuğu vardı. Adı Koray, 11 yaşında. Yemin ediyorum, 11 yaşındaki çocuk bize ayak uydurmuştu. Yani ben çocukla çocuk olabilirdim ama o çocuk benimle büyük oldu. O yüzden Koray'ı çok sevmiştim. Bizim hayatımızın en büyük bölümünü müzik oluşturuyor. Stüdyoda albüm çalışmalarımız oluyor, konserlere gidiyoruz, programlara çıkıyoruz. Yalnız kaldığım zamanlar da oluyor. Benim hobilerim var. Hobi olarak resim çizmeyi seviyorum. Boş zamanlarımda ailemin yanında oluyorum ama yine eve iş getirip müzikten bahsediyoruz. O yüzden 24 saat müzikle uğraşıyoruz. Ben arkadaşlarımla görüştüğüm zaman biraz müzikten uzak kalabiliyorum. Çünkü onların müzikle pek bir alakası yok. Farklı konularda sohbet edebiliyoruz. Bazen bahçelerine gidip bahçelerini suluyorum. Bizim bahçemizi de suluyorum ama bahçede bile konumuz yine müzik oluyor. Spor olarak masa tenisini seviyorum. Futbol olmazsa olmazımdır. Futbol da oynuyorum. Ancak maçlara gitmiyorum, televizyonda izlemeyi tercih ediyorum.

SANAL MÜZİK KÜTÜPHANELERİ KURULABİLİR

Korsan CD basımı ve emek hırsızlığı ile ilgili karşılaştığınız sıkıntılar oldu mu? Sizce bu konuda ne tür önlemler alınmalıdır?

Bu sorunlar bizim müzik şirketimizin üzerine düştüğü bir konuydu. Birçok defa korsan CD basan insanları yakaladılar. Bunların önüne geçmek imkânsız. Ben zaten bu konuda çok konuşmadım. Çünkü konuştukça bunların reklamını yapmış oluyoruz. Uyuyan kurdu uyandırmış oluyoruz. Artık eskisi gibi korsan CD basanlar da kalmadı. Bugün herkes internetten müzik indiriyor. Onlar da korsan sayılıyor ama onların önüne geçmenin de bir çaresi yok. CD devri bitti. İnternetteki bazı yasal yazılımlar üzerinden müzik şirketleri şarkılarını dinleyicilere çok cüzi bir ücret karşılığında satabiliyor. Fakat bu sistem de Türkiye'de tam oturmadı. İnsanlar bunu bilse, sevdikleri şarkıları o yazılımlar üzerinden küçük bir ücret karşılığında internetten indirip dinleyebilirler. Şimdi Youtube'dan ücretsiz dinliyorlar. Müzik şirketleri de oradaki reklamlardan para kazanıyor. Yani buna benzer sanal müzik kütüphaneleri kurularak müzik şirketleri sanal ortamda daha etkin faaliyet gösterebilir. Hatta bunun için biz 2005 yılında Ankara'da TBMM'ye bile gitmiştik. Şu an sistem kullanılabilir ama insanlar eski alışkanlıklarından vazgeçemedikleri için işin kolayına kaçıyorlar. Mesela Almanya'da birçok internet sayfasında müzik dinlemek yasaktır. Almanya'da halen CD satışı yapılıyor. Geçenlerde bir rap şarkıcısının albümü 550 bin satmış ve ödül almış. Almanya'daki sistem Türkiye'ye de uyarlanabilir mi? Valla, hiç bilmiyorum. Ben müziğimi yapıyorum, konserlere çıkıyorum, işime bakıyorum.

DUYGULARIMIZI BİR KÂĞIDA YAZARIZ, ONU DA ŞARKI YAPARIZ

Müzik ile edebiyatı nasıl bağdaştırıyorsunuz?

Müzik ile edebiyatı nasıl bağdaştırabiliriz? Mesela ders çalışırken müzik setini açmamıza gerek yok. Fakat en azından şarkı sözleriyle bu yapılabiliyor. Bunu yıllar önce türkücülerimiz hep yapmıştır. Benim hareketli şarkılarımda da edebiyat var. Çünkü şarkımızın bir içeriği var. Şarkılarımda anlattıklarım aynı zamanda bir şiir niteliği taşıyor. Kafiye söz konusu değil ama insanların söyleyemediği duygularını şarkılarımda dile getiriyorum. Bu konudaki cesaretimi kullanıyorum ve cesaretimi kullanarak bunları dile getirebiliyorum. Pop şarkılarımda daha çok edebiyat vardır. Aşk edebiyatı farklıdır. O zaten herkesin içindedir. Herkes aşkı yaşamıştır ve yaşayacaktır. Orada edebiyat yapmaya gerek yok. Hareketli şarkılarım daha sosyal içeriklidir. Mesela insanlarımız türkülere çok büyük değer verir, 'türkülerimiz' diye bahsederler. Bugüne kadar kaç tane türkü dinlediler? Âşık Veysel'in ismini duyunca 'eyvallah' deyip saygılar sunuyorlar. Peki kaç tane türküsünü biliyorlar? Nispeten 2-3 tane bile değil belki. O da Tarkan bir türküsünü okuduğu için. Örneğin Fatih Kısaparmak'ın yazdığı ve okuduğu 'Kilim' türküsü var. Hikâyesi Anadolu'dan gelen bir türkü... Zamanın birinde bir çoban ile bey kızı arasında geçiyor hikâyemiz. Çoban yanında çalıştığı beyin biricik kızına kaptırmış gönlünü. Üstelik karşılıksız değil sevdası. Bey kızı da çobanı sevmektedir büyük bir aşkla. Dayanamaz iki sevdalı. Aşkın da verdiği cesaretle bir gün Çoban dikilir beyin karşısına ve ister Allah'ın emriyle bey kızını kendine. Bey kibrinden hakaret sayar bu isteği. Çobanı dövdürüp kovar. Kızını çağırıp sorar, 'bu işin aslı nedir' diye. Kız babasından korkar ve sevdasını hep saklar içinde. Ancak Bey'in zalimliği ne kızının ne de Çoban'ın gönlünden silmeye yetmez bu sevdayı. Bey bu işe son vermek için civar köyün bekâr ama yaşlı beyine haber salar. Bey kızına söz kesilir. Düğün tarihi verilir. Çoban kahrolmaktadır. Ama elinden gelen bir şeyde yoktur. Bey Kızı Çoban'a olan aşkını kimseye anlatamamış, elindeki çeyizlik kilimlere dokumuştur. Kilime dokunan motif aşkın dilidir. Ve âşıklar anlar yalnızca. Çeyizler gider, kıza koca olacak olan Bey kilimleri görünce her şeyi anlar. Kızın babasını çağırtır, her şeyi anlatır ve kızın babasını ikna edip Çoban ile Bey kızının kavuşmasını sağlar. Hikâyemiz böyle biter. Bu hikâyeyi de Fatih Kısaparmak dinledikten sonra sözlerini ve müziğini kendisi yapmış ve o meşhur 'Kilim' türküsü ortaya çıkmıştır. Yani aşkını kilime dokuyor, sevgisini kilimle ifade ediyor. Yıllar önce öyleymiş. Daha önceki yıllarda da güvercinlerle mektup göndererek aşklarını ifade edenler oluyordu. Bugün sokağa çıksanız, 500 kişiye 'aşkını kilimle mi dile getirirsin, yoksa Facebook veya WhatsApp'tan mı dile getirirsin?' diye sorsanız yüzde 99'u size internet diyecektir. Hiç kimse kilim demez. Bugüne baktığınızda birçok şarkı daha sosyal içeriklidir. Mesela müstehcen türküler de vardır. Ben onlara türkü demiyorum. Müstehcen türküler türkü değildir. Benim şarkılarım da zamana uygun. Müzik tarzı da pop olduğu için bir basamak daha sert eleştiriliyoruz. Hâlbuki şarkılarımı diğer formatta anlatsak insanlar tarafından daha çok kabullenilebilir. Pop şarkılarımı espri ve mizahla anlattığım için insanlar şarkılarımda edebiyat olup olmadığına çok da dikkat etmiyor. Çünkü şarkılarımda daha çok aşk temasını işliyorum. Hareketli şarkılarımla ise insanları eğlendirmeyi amaçlıyorum. Yaptığım müzik sayesinde insanlarla duygularımı paylaşıyorum. Bence müzik bu anlamda edebiyata da bir nitelik kazandırmaktadır. Çünkü müzik edebiyatın ahengidir. Şiirlerde kafiyeye çok dikkat ediliyor. Ben ona da birkaç kez değinmiştim. Çok eleştirilen konulardan biri de şiirlerimizin kafiye uyumudur. Mesela 'Nerdesin?' şarkımdaki şiir çok sevildi. Konserlerde izleyiciler şarkının o son bölümündeki şiiri ezbere söylüyor. Çünkü o şiirimde kafiye uyumu yok. "Bir daha beni arama, sorma / Unut gitsin, her şey burada bitsin / Diye yazmışsın / Sonra her şeyini alıp kaybolmuşsun / Ama bir şeyi unutmuşsun / Unuttuğun seni duvarlara yazmış / Unuttuğun seni kendine yazmış / Unuttuğun şimdi soruyor sana / Seni unutmak kolay mı? / Beni böyle bağırtmak kolay mı? / Ama şunu hiç unutma / Peşindeyim / Asla bırakmam / Asla" Sorma diye biten mısradan sonra gelen mısrada bitsin yazıyor mesela. Diğer kafiyelerde de çok fazla uyum yok. Ben bu şiiri yazarken şunu düşündüm. Bunu telefonda sizi terk eden bir sevgiliniz ile konuştuğunuz zaman söylediğiniz sözler gibi düşünebilirsiniz. Yani sizi terk eden sevgiliniz ile telefonda konuşurken "yıldızların kaydığı, okyanusların coştuğu" diye mi konuşursunuz? Tamamen normal bir diyalog içerisinde "beni bir daha arama diye yazmışsın kızım, peki bunu söylemek kolay mı?" diyoruz. Benim o yazdıklarım şiir değil. O anki ruh hali ile yazıyorum. Çünkü biz telefonda konuşurken kafiyelere dikkat etmiyoruz. Bazen şiirsel yazıyorum, bazen de kafiye dışına çıkıp konuşma gibi yazıyorum. Demek ki bu yeniliği benden önce kimse getirmemiş ki, tokadı biz yedik. Ama iyi ki de tokadı yedik. Tokadı yedik derken espri katıyorum. Olması da gerekiyor belki de. Bunu insanlara sevdirebilmişiz, insanlar bunu okuyor ki, bu konular daima yayılıyor. Bir televizyon programındaki sunucu Allah Belanı Versin şarkım için "bir beddua şarkı içerisinde ancak böyle yazılır, böyle özetlenir" diye düşüncelerini canlı yayında paylaşmıştı.

LALE MÜLDÜR'ÜN ŞİİRLERİNDE KENDİMİ GÖRÜYORUM

Siz hem besteci hem söz yazarısınız. Ne tür müzikler dinliyorsunuz? Şiir okur musunuz? Roman sever misiniz? Sevdiğiniz şairlerden ve okuduğunuz romanlardan da bahsedebilir misiniz?

Ben her tür müzik dinliyorum. Pop, rock, fantezi, arabesk, türkü, ilahi, yabancı şarkılar... Hepsini dinliyorum. En az ilgim olan müzik tarzı operadır. Opera bile dinliyorum. Çünkü hepsinden besleniyorum. Bu bahsettiğim müzik türleri hem Doğu kültürüne hem de Batı kültürüne ait müziklerdir. Şarkılarımda bir kültür sentezi de yaptığımı söyleyebilirim. Konserlerimde 5 farklı kültürü bir araya getiriyorum. Şiirle pek aram yok. Kendi şarkılarımdaki şiirlerimi okuyorum. Âşık Veysel, Pir Sultan Abdal ve Âşık Mahzuni Şerif çok sevdiğim halk ozanlarıdır. Bir de Lale Müldür'ün şiirleri çok dikkatimi çekiyor. Lale Müldür'ün şiirlerini okuyunca kendimi görüyorum. Mesela 'Su Müziği' isimli bir şiiri var. 'Pirinç' diye bir şiir yazmış, 'Beyaz' diye bir şiir yazmış. Barış Manço'nun 'Domates Biber Patlıcan' şarkısı gibi... Ben yazsam insanlar 'bu ne yahu?' derler. Barış Manço saygıyla anıldığı için insanlar saygı duyuyor. Yani bir aşk şiirinin başlığı 'Seni Seviyorum' olur veya 'Aşığım Sana' olur. Lale Müldür ise bu konuda cesaretli davranarak aşk temasını şiirlerinde gündelik hayatta kullandığımız sıradan kelimeler üzerinden okuyucularına aktarmaya çalışmış. Aynı şekilde Aysen Bardakçı'nın şiirlerini de severim. Roman pek okumam. Ama bazı romanların filmlerini izliyorum. Mesela 1989 yılında TRT'de 29 bölüm yayınlanan Samanyolu dizisi en sevdiğim aşk filmiydi. Çocukken büyük bir keyifle izliyordum. Kerime Nadir'in Samanyolu romanından uyarlanan dizinin başrollerinde Aydan Şener, Yaşar Alptekin ve Tolga Savacı oynuyordu.

GENÇKEN NE YAPTIYSANIZ O SİZİN BAŞARINIZDIR

Türkiye'de sizin şarkılarınızla büyüyen gençler var. Gençlere neler tavsiye etmek istersiniz?

2004 yılında ilk albümümü yaptığımda okula yeni başlayan bir çocuk bugün büyük ihtimalle askerliğini yapıyordur veya üniversiteye gidiyordur. Genç kardeşlerimiz hedeflerini en erken yaşta bilsinler. Çünkü zaman belirli bir evreden sonra çok çabuk geçiyor. Gençken zaman hiç geçmez. Gençlik yıllarında zaman hiç geçmediği için çocuklar hiçbir zaman yaşlanmayacağını ve ölmeyeceğini düşünürler. Bu da insana kurulan bir tuzak gibidir. Gençken ne yaptıysanız o sizin başarınızdır. Okulunu bitiren genç kardeşlerimizi tebrik ediyorum. Bitirmeyenler kardeşlerimiz de bir an önce okullarını bitirsinler. Hırslı olmalarını ama olumlu derecede hırslı olmalarını tavsiye ederim. Hedefleri varsa peşinden koşsunlar.

MÜZİKAL ANLAMDA KENDİMİ GELİŞTİRMEK İSTİYORUM

Çocukluğunuzdan beri müzikle uğraşıyorsunuz. 2004 yılından bu yana 13 yıl içerisinde birçok albüm yaptınız. Gelecekteki hedefleriniz ve hayalleriniz nelerdir?

Benim hedefim aslında 13 yıl boyunca albüm yapmaktı. Toplamda 13 yıllık bir projem vardı. 2004 yılında verdiğim bir röportajda da bunu söylemiştim. Yani bu yıl albüm yapmayabilirdim. Fakat bu ambiyans o kadar hoşuma gitti ki, müzik çalışmalarıma devam edeceğim. İlk günkü gibi heyecanlıyım. Yaşımın daha genç olduğunu düşünüyorum. Şu anda 39 yaşındayım. Mesela İbrahim Tatlıses benden 25 yaş büyüktür. Onun yaşına kadar müzik albümleri yapabilir miyim acaba diyorum bazen. İbrahim Tatlıses gibi o yaşa kadar ayakta kalabilmek ve müzik piyasasında yer edinebilmek kolay bir şey değil. İnşallah ben de öyle olabilirim. Bu zamana kadar güzel başarılar yakaladık. Demek ki hedeflerimize ulaşabilmişiz. Ancak önemli olan bundan sonra yapacağımız çalışmalardır. Türk halkının teveccühü beni çok memnun etti. Bunun devamı gelecek. Çünkü bu seneye kadar istediklerimi yapabildim. 13 yıllık düşündüğüm hedefime ben 2009 yılında ulaşmıştım. Facebook albümüm çok güzel bir furya oluşturmuştu. Konserlerimiz olağanüstü geçmişti. Şappur Şuppur, Nerdesin, BombaBomca.com, Allah Belanı Versin, Bas Gaza isimli şarkılarım en hit şarkılarımdı. Bu şarkılarla İsmail YK olarak gitmediğimiz yer kalmadı. Yurtdışında Çin, Avustralya, Rusya, Sibirya ve Almanya'da konserler verdik. Hakeza Türkiye'de de çok sayıda konserler verdik. Önümüzdeki 5 yıl içerisinde müzikal anlamda kendimi geliştirmeyi düşünüyorum. Benim öğreneceğim çok şey var. Ağabeylerim ile katıldığım ilk konserdeki heyecanım halen yüreğimde. Son katıldığım televizyon programında bile heyecanlıydım. Bu kazanma veya kaybetme heyecanı değil. Orada yer almanın verdiği bir heyecan. İnsanlar sizi izliyor, sizi takip ediyor, sizi örnek alıyor. Bu önemli bir şeydir. Kendimi aştım, kendimi kanıtladım. Katıldığım programlarda ve konserlerde bu hassasiyetle işimi yapmaya çalışıyorum. Yeni albüm için söz vermeyeyim. Çünkü yeni albüm sözü verince tarih belirtmemi de isteyenler oluyor. Aslında ben şu anda albüm çıkaracağım cümlesini kullanmak istemiyorum. Ama her an bir albüm gelebilir. Güzel bir klip olabilir. Önümüzdeki 5 yıl içerisinde belirlediğim hedeflerim var. Yaşım ilerleyince emekli olmayacağım. Bizim bir hocamız vardı, '65 yaşında Türkiye'ye gidip okul açacağım' diyordu. Şu anda hocamız 45 yaşında. Ben de 5 yıl boyunca müzikal anlamda albümler çıkarmayı, konserler vermeyi, televizyon programları yapmayı ümit ediyorum. Film ve dizilerde oyunculuk yapmayı kesinlikle düşünmüyorum. Bundan 5 sene sonra da tamamen sistemli bir şekilde çalışacağım. Stüdyom ve internet ortamım olacak. Stüdyomda yaptığım müziğimi internet ortamında paylaşacağım. Allah sağlık ve sıhhat verdiği müddetçe ölene kadar müzik çalışmalarıma devam edeceğim.

TÜRKİYE'DE ALBÜM YAPMANIN CAZİBESİ BİTTİ

Son albümünüzden de bahsedebilir misiniz? Tek şarkılık albümler yapmanızın sebebi nedir?

Son albümüm tek şarkılık bir albüm oldu. 80 80 160 şarkısının sözleri ve müziği bana ait değil. Severek okudum, insanlar da büyük bir beğeni ile dinledi. Ayrıca bir tane de klip çektik. Çok güzel tepkiler aldık. Son zamanlarda tek şarkılık albüm yapıyorum. Bir albüm çok çabuk tüketiliyor. Mesela 15 şarkılık bir albüm yapıyorsunuz. Bu şarkıların hepsi bir günde dinleniyor. Bir hafta sonra cazibesini yitiriyor. Düşünün, 15 şarkılık bir albüm yapmak için yaklaşık 8 ay uğraşıyorsunuz. Albüm çıktıktan bir ay sonra tüketiliyor ve insanlar sizden yeni bir albüm bekliyor. Bu neden böyle oluyor bilmiyorum. Bence tek şarkılık albüm çıkarmak şu anda benim için daha iyi. İyi ki de böyle yapmışım. Çünkü albümler eskisi gibi satmıyor. Yani albümlerin 200 bin veya 300 bin sattığı yok. Benim menajerim Fatih Aksoylu, Unkapanı'ndaki bütün dağıtım şirketlerini tanıyor. Bandrolleri basan insanları bile tanıyor. Hiçbir albümün 200 bin veya 300 bin satışı olmadığını söylüyor. Ama tabii ki, bir sanatçının bir ismi olduğu için onun nezdinde 30 bin albüm sattığını duyurmak istemiyorlar. Çünkü duyulursa insanlar 'bu adam bitmiş' derler. Hâlbuki 30 bin albüm satışı bu zamana göre çok da kötü bir rakam değil. Bir albüm yapımında çok kişinin emeği geçiyor ama albümler eskisi gibi satmıyor. Albümdeki şarkılar yine internetten dinleniyor. Bu işe bir de heyecan gerekiyor. Nasıl? Şarkı yapıyorsunuz. Şu an insanlar 80 80 160 şarkısını dinledi. Bir ay oldu. Bir ay sonra insanlar yeni bir şarkı bekleyecek. Ben de tekrar yeni bir şarkı yapacağım. Böylece her seferinde yeni bir heyecan oluyor. Ama albümün heyecanı olmuyor. Ben 2 yılda bir albüm çıkarıyorum ama 2 yıl boyunca bir heyecan yok. Mesela Tarkan bile 7 yıl aradan sonra yeni bir albüm çıkardı. Neden? Çünkü çok çabuk tüketiliyor. Türkiye'de müziğe eskisi kadar değer verilmiyor demek yanlış olur. Fakat ben bile yapım şirketime 'albümüm nerede satılıyor?' veya 'albümüm ne kadar sattı?' diye sormak istemiyorum. Albüm yapmanın cazibesi bitti. Mesela biz Yurtseven Kardeşler olarak yeni bir albüm yapacağız, bunun sözünü verdik. İnşallah 2018 yılında yeni bir albümümüz çıkacak. En son 2007 yılında Yurtseven Kardeşler olarak albümümüz çıkmıştı. 11 yıl aradan sonra yeni bir albüm gelecek. Tarkan'ı bile geçtik valla...

YABANCI DİLDE BİR ŞARKI YAZACAĞIM

Yabancı dillerde albüm yapmayı düşünüyor musunuz?

Ben Almanya'da doğdum. Azerbaycan'a da çok gidip geldiğim için Azerice dilini de çözdük sayılır. Azerice, Hollandaca, İngilizce, Almanca ve Türkçe biliyorum. Daha çok Almanca, Türkçe ve İngilizce dillerine hâkimim diyebilirim. Yabancı dillerde de şarkı yazabilirim. Bununla ilgili çok espri yapıyorum. Mesela arkadaşlarla sohbet ederken bir İtalyan veya bir Arap gibi konuştuğum zamanlar oluyor. Çünkü dilim çok yatkın. İngilizce şarkı yazabilirim. Almanca şarkı yazmayı düşünmüyorum. En fazla Almanca rap şarkı yazabilirim. Almanca rap çok ilgi görüyor. Çünkü Almanya'da dünya çapında tanınmış olağanüstü bir rap şarkıcısı yok. Sevilen şarkılarımı yabancı dillerde söylemek istemem. Öyle yapacağıma Türkiye'de bir albüm yaparım. Sadece Facebook şarkımı yabancı bir dilde seslendirebilirim. Allah Belanı Versin şarkımı İngilizce söylesem bir anlamı kalmaz. Yani beste uysa söz öbekleri uyuşmaz. Şappur Şuppur şarkımı İngilizceye çevirmeyi denemiştim. Şarkıda 'her neyse, bizimki votkayı yudumladı' diye bir ifade geçiyor. Şimdi gel de bunu İngilizceye tercüme et. Şappur Şuppur kelimesi de bizim dilimize has bir kelimedir. Nerdesin şarkımı 'Where are you' diye söylesem bu sefer de makam uymuyor. Almanlar da fazla kültlü makamları dinlemiyorlar. Dolayısıyla şarkılarımı yabancı dillere uyarlamam çok zor olur. Ancak dediğim gibi yabancı dilde şarkı yazabilirim. Öyle de bir hedefim var.

GERÇEK BİR 'HAYRAN' VE GERÇEK BİR 'İMPARATOR'

Türkiye'de unutamadığınız birkaç anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

Bana karşı aşırı bir sevgi var. Bir beyefendi konserimizden sonra biz araba ile giderken arabanın önüne atladı. Biraz daha hızlı gitmiş olsaydık ezilme tehlikesi vardı. Arabanın şoförü bizim ekibimizden değildi. Adam da arabanın kaputuna sıkıca tutunmuş. Araba ani fren yaptı ama adam kaputu sıkıca tuttuğu için düşmedi. Şoför de sinirlendi ve arabadan inip adama yüksek sesle bağırdı. Ben de şoför ile tartışmaya başladım. 'Ne yapıyorsun? Bak herkes gitti, kimse yok. En azından dışarı çıkıp bir resim çekinebilirdik' dedim. O zamanlar eski cep telefonları vardı. Yine de resim çekinebilirdik ama bir resim çekinemedik. Bu da içime dert olmuştu. Aradan 2 yıl geçtikten sonra yine aynı yerde konsere gittik. Konserde 10 bin kişinin içinden bir kişiyi sahneye çıkardım. Meğer o arabanın önüne atlayan kişiyi sahneye çıkarmışım. Hemen bana 'sen beni tanıdın mı? İki sene önce arabana atlamıştım' dedi. Demek ki sevenimizin kalbi çok temizmiş. Allah bizi o konserimde tekrar görüştürdü. Bir hatıramı daha anlatmak isterim. İlk albümümden sonra Türkiye'deki sanatçılarla da yakından tanışma imkânım oldu. Mesela İbrahim Tatlıses'in bana büyük desteği oldu. İlk albümüm çıktığında İbrahim Tatlıses'in 'İbo Show' programına çıkacaktım. Tabii o zamanlar İbrahim Tatlıses'in programı çok izleniyordu ve reyting oranları da çok iyi durumdaydı. O programa giden konukların bile buna çok dikkat ettiğini öğrenmiştim. İbrahim Tatlıses programda ne söylerse öyle yapılıyormuş. Ben de programda 'Şappur Şuppur' ve 'Nerdesin?' şarkılarımı söylemek istiyordum. Ben bunu acaba nasıl söylesem düşündüm. Bana 'Sakın söyleme. İbrahim Tatlıses'e gidip de ben bu şarkıyı söylemek istiyorum diyemezsin' dediler. Ben de İbrahim Tatlıses'in samimiyetine güvenerek yanına kadar gidip 'İbrahim Abi, ben Şappur Şuppur ve Nerdesin şarkımı okumak istiyorum' dedim. Biraz beklememi söyledi ve daha sonra yanıma geldi. Diğer çalışanlarımız da yanımdaydı. İbrahim Tatlıses bana 'İsmail efendi, senin bir şarkın var. Şappur Şuppur ve Nerdesin. Onları okuyorsun, gerisine karışma' dedi. Bana gerçekten güzel bir jest yapmıştı. Orada çok mutlu olmuştum. İbrahim Tatlıses'in kıskanç bir insan olmadığını anladım. İbrahim Tatlıses hakkında yanlış sözler söyleyenler de var. Bence İbrahim Tatlıses'i kıskanan insanlar onun yerinde olmuş olsalardı kendilerini Süpermen zannedip camdan uçmaya çalışırlardı. İbrahim Tatlıses vasfına göre gerçekten çok mütevazı bir insandır. Bana da birçok konuda yardımcı oldu. Allah ondan razı olsun.

SEVENLER HER ZAMAN SAĞ OLSUN, SEVMEYENLERİN CANI SAĞ OLSUN

Son olarak sevenlerinize ve sevdiklerinize neler söylemek istersiniz?

Sevenlerimize en güzel dileklerimizle teşekkürlerimizi sunuyorum. Hayran vardır, 'hayran' vardır. Bence Allah her sanatçıya böyle hayran nasip etsin. Çünkü böyle hayran yoksa hayran değildir. Yıllardır beni takip ediyorlar. Sevindiğim bir olay var. İlk albümüm çıktığında liseyi yeni bitiren ve daha sonra evlenip çoluk çocuk sahibi olan insanlar halen beni ailece dinliyorlar. Bu beni çok sevindiriyor. Konserlerimde bana gösterdikleri ilgi halen devam ediyor. Bir defa konserime gelip 'işte geldik, gördük, bir daha gelmemize gerek yok' demeyip her seferinde yeni konserlerime de geliyorlar. Gerçekten beni sevdikleri için bunu yaptıklarını düşünüyorum ve çok samimi buluyorum. Gerçek hayran budur. Türkiye'de benim gerçek bir fan kitlem olduğu için şarkı yapma, konser verme ve klip çekme konusunda daima cesaretli olacağım. Onlara biz tekrar teşekkür ediyoruz. Sevmeyenlerimiz de var. O kadar çok sevenimiz var ki, beni sevmeyenler umurumda bile olmuyor. Ben hep 'sevenler her zaman sağ olsun, sevmeyenlerin canı sağ olsun' diyorum. Ben onları da seviyorum. Sonuçta bizim müzik hayatımızda onların da bir yeri var. Onlar bile bazen 'Bir İsmail YK şarkısı olması gerekiyor' diyor. Hatta şöyle bir şey söyleyeyim. Bir şarkıma 'gereksiz bir şarkı' diye yorum yazıyorsa, demek gerek duymuş ki böyle yorum yazıyor. Bunlardan biz panzehir bile yapabiliyoruz. Bu eleştirileri yapanların çoğu gençtir, yeri gelecek eleştirecek, yeri gelecek yorumlar yazacak. Bugün David Copperfield bile havada uçmasına rağmen 'adam uçmuyor' dendi. David Copperfield'a bile acımayan insanlar bana nasıl acısın? Adam bizim gibi röportaj da yapmıyor, havada uçuyor. Bunlar işimizin tuzu ve biberidir. Eleştiriler bizim velinimetimizdir. Vücudumuzda bile mikroplar olmasa biz yaşayamayız. Eğer eleştiriler de olmasa insanlar yaşayamaz.

Mektup Edebiyat Dergisi olarak vermiş olduğunuz röportaj için çok teşekkür ederiz, başarılarınızın devamını dileriz.

Ben de size çok teşekkür ediyorum. Mektup Edebiyat Dergisi'nin okuyucularına da selamlarımı gönderiyorum. Benim için de çok keyifli ve güzel bir sohbet oldu. İnşallah okuyanlar da memnun olurlar. Emeğinize sağlık, ayağınıza sağlık, sorularınıza sağlık...

Röportaj: Hasan CANAT
Fotoğraflar: Ömer Faruk CANAT

UYARI: YUKARIDAKİ RÖPORTAJ SADECE MEDYA ÇALIŞMASIDIR. ERCİYES GRUP OLARAK BU ŞAHIS VEYA ŞİRKETLE HİÇBİR TİCARİ BAĞIMIZ YOKTUR.